Bir gün
yolda yaya giden bir Bektaşinin önüne bir atlı çıkmış:
- Baba, dedi, bir müşkülüm var. Beni aydınlatır mısın
?
Bektaşi yanıt vermiş :
- Elimden gelen bir şeyse, hay hay, oğlum.
- Şunu öğrenmek istiyorum : Şu anda Allah ne yapıyor
?
Sualin münasebetsizliğine içerliyen bektaşi, hiç
belli etmemiş :
- Yanıt veririm ama, bir şartla, sen o attan in, ben
bineyim.
- Neden ?
- Böyle yüksek bir suale yüksekten yanıt vermek
gerekir de ondan !
Adam attan inmiş, Bektaşi binmiş. Adam:
- Hadi, demiş söyle bakalım. Allah şimdi ne yapıyor
?
Bektaşi :
- Ne yapacak, demiş, şu atı senin gibi budalanın
elinden alıp, benim gibi akıllıya veriyor, deyip atla
uzaklaşmış.
Bektaşiye
sormuşlar :
- Babaerenler, hangi nefesi seversin ?
- Sigaranın ilk nefesiyle, kaynanamın son nefesini,
demiş.
Avcı
Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber akşama
kadar bir keklik bile vuramaz. Bunun sebebini de,
sabahleyin gördüğü bir dervişin uğursuzluğuna bağlar.
Solaklara seslenir. Saraydan cıkarken, şu şu tipte,
sivri külahlı, sırtı kambur birinin önünden geçtiğini
ve hemen bu adamı bulmaları emrini verir. Tarife göre
Bektaşi babalarından ayyaş Hamza Babayı yaka paça
huzura getirirler. Sultan :
- Bre uğursuz, nabekar ! Bugün sabahleyin karşıma çıktın.
Bu yüzden akşama kadar bir ava rastlayamadım. Bu ne uğursuzluktur.Vurun
kellesini.
Bektaşi bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileğini
açıklamak için söz alır :
- A devletlum siz beni gördünüz bir keklik vuramadınız.
Ama insaf ediniz, benim de bugün ilk gördüğüm
sizdiniz ve kellemi kaybediyorum. Söyleyin, uğursuzluk
hangimizde !
Bir
Bektaşi, merkebine odun yükleyip şehre gelirken karşıdan
tüccar kılıklı iki adam peyda olarak :
- Şu zındıkla alay edelim, diye Bektaşiye yanaşıp
selam verince Bektaşi de durur, merkebi de. Tüccarlar
işaretle :
- Bu eşeğin ne düşünüyor ?
- Odun taşımaktan yorgun düştü de, artık kasabada
ticaret yapmayı düşünüyor !
Canlardan
birine, Ramazanda sormuşlar :
- Erenler kaç tane oruç tuttun ?
- Henüz nasip olmadı.Tuzak kurdum bekliyorum.
Bir
gün nasıl olduysa üç Bektaşi namaza gitmiş. Tam
namaz sırasında birinin etrafında bir arı dolaşmaya
başlamış. Bektaşi bundan çok rahatsız olmuş ve
demiş ki:
- Yahu etrafımda bir arı var, rahatsız ediyor, namazı
bozacak diye korkuyorum.
Yanındaki:
- İyide sen konuştun, namazın zaten bozuldu, bari kov
şunu da bizim namaz bozulmasın.
Üçüncüsü de:
- Neyse ki ben size uyup konuşmadım, yoksa benim namaz
da bozulacaktı.
Bektaşiye
sormuşlar :
- Rakı içer misin ?
- Akşamdaaaaaan akşaaaamaaa...
- Namaz kılar mısın ?
- Bayramdan bayrama, bayramdan bayrama.
Bektaşi
ile bir hoca birlikte yola çıkmışlar, bir süre
sonra hoca :
- Namaz saati ! demiş, başlamış namaz kılmaya.
Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam. Bektaşinin
beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince
sormuş:
- Yahu bu ne uzun namaz böyle ?
- Kazaya kalmış namazlarım vardı, onları eda
eyledim !
Bektaşi :
- Eh ben de bir namaz kılayım ! demiş ve başlamış
namaza. Ama ne namaz, bitmiyor, sonunda hoca dayanamamış
:
- Erenler, senin namaz da uzun sürdü !
- Önümüzdeki haftanın namazını kıldım !
Hoca şaşırmış :
- Yahu olur mu böyle şey ?
Bektaşi gülmüş :
- Allah senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi
niye kabul etmesin ?
Hoca,
camide içkinin kötülüğünden bahsediyormuş. Cemaat
arasında bulunan Bektaşinin fena halde canı sıkılmış.
Gitmek üzere kalkayım derken, koynundaki şarap şişesi
kayıp yere düşmüş. Baba hiç istifini bozmadan şöyle
konuşmuş :
- Kör olasıcayı işte kaldırıp attım. Sizde varsa,
tam zamanı, siz de atın !
Bektaşiyi,
rica minnet camiye götürmüşler. Hoca başlamış
anlatmaya :
- Bir yer vardır ki orada, zengin fakir ayrımı
yoktur. Dertli giren neşeli olur. Oraya giren herkesin
gönlü ferahtır. Bilin bakalım, burası neresidir ?
Bektaşi yanıt vermiş :
- Neresi olacak, meyhane.
Sultan
Abdülmecid bir gün Boğaziçi'nde büyük bir bağın
tam ortasındaki köşkünde oturan bir Bektaşi babasını
ziyarete gitmiş. Bektaşi, o gün komşu bağdaki bir
arkadaşını ziyarete gitmiş. O dönünceye kadar padişah
bağın hertarafını dolaşmış. Bektaşi dönünce
karşılıklı konuşmaya başlamışlar.
- Erenler bağın maşallah çok büyük. Üzümünü ne
yapıyorsun ?
- Müritlerle ve canlarla birlikte yeriz Sultanım.
- Buradaki üzüm yemekle biter mi ?
- Yemediğimizi de sıkıp fıçılara basar, suyunu içeriz.
- Peki ama, sıkılmış üzüm şarap olmaz mı ?
- Vallahi Sultanım, biz üzümü sıkıp fıçılara
basarız. Allah ne isterse o olur. Üst tarafına karışmak
haddimize mi ?
Nasıl
ayin yaptıklarını soran bir Bektaşi'ye Mevlevi :
- Hak, deyip döneriz ! demiş.
Bektaşi şu cevabı vermiş :
- Yok azizim, biz Hak denilince dururuz !
Bektaşinin
birini ramazanda içki içtiği için yakapaça kadıya
götürürler. Çakırkeyif Bektaşi'yi görür görmez
kadı :
- Behey kafir ! Bu yaşta hala içiyorsun bu zıkkımı.
Utanmıyor musun ? Bilmiyor musun haram olduğunu ?,
der.
- Sırtınızdaki ipek kaftan da haramdır, diye karşılık
verir Bektaşi.
Kadı :
- Bunun içine pamuk katarlar.
Bektaşi :
- Dünyada doğru adam mı kaldı, şaraba da yarı yarıya
su katıyorlar.
Oruç
tutan Bektaşinin biri pek fena susamış. Vakit geçirmek
için kırda giderken bakmış gürül gürül akan bir
çeşme. Adeta kendinden geçmiş bir halde ağzını
dayayıp lıkır lıkır içmeye başlamış. Bu sırada
oradan geçen biri görüp :
- Aman erenler ne yaptın ? Oruç gitti, diye seslenmiş.
Bektaşi, ağzının iki yanından süzülen sular bağrına
doğru inerken cevap vermiş :
- Oruç gitti, ama fakire de can geldi !
Softalar
ile Bektaşi bir gün sohbet ediyorlar. Bir softa:
- Allah isterse iğne deliğinden deve bile geçirir !
Bektaşi :
- Elbette, diyor.
- Nasıl elbette ?, diyor softalar. Bektaşi:
- Tabii ya! Onun yapamayacağı şey mi var ? Canı
ister, iğne deliğini büyütür veya canı ister,
develeri küçültür, vızır vızır geçirir.
Müthiş
bir fırtına patlamıştı. Yolcuların hepsi perişan
durumdaydı. Bunların arasında bir de Bektaşi vardı.
Baktılar, Bektaşi, Allah'a yalvarıp yakarmaya başlamıştı
:
- Adını bilmediğim bir evliyaya bir koç adıyorum.
Yeter ki fırtına dinsin.
Bektaşi'nin yakarması kaptanın tuhafına gitmişti :
- Hayret ! Hiç adını bildiğin bir evliya yok mu ?
- Yok olur mu, elbette var ! diye cevap verdi Bektaşi.
Var da, hepsini birer kez aldattım.
Ramazan
bayramında herkes yeni ve temiz elbiselerini giyip,
birbirleriyle bayramlaştıkları gün, bir fakir Bektaşi
dedesi, üstü başı pis halde Beyazid Cami'nin önünden
geçerken, bembeyaz sarığı, tertemiz cübbe ve latası
ile bir hoca karşısına çıkıp :
- Be adam, mübarek bayram günü bu pis gömlekle dolaşılır
mı ? Gömleğini yıka ! deyince Bektaşi aldırmayarak
:
- Be hocam, yıkayayım ama kirlenir, demiş.
Hoca :
- Yine yıka, demiş.
Bektaşi :
- Yine de kirlenir, diye diretmiş.
Hoca inatla :
- Yine yıka, deyince Bektaşi'nin tepesi atmış ve şu
cevabı vermiş :
- Behey imanım. Biz bu dünyaya gömlek yıkamaya mı
geldik ?
Mevlevi,
Bektaşi ve Softa yemekten sonra ikram edilen bir tepsi
baklava için rüyaya yatarlar. En hayırlı düşü gören
baklavayı alacak. Öneri kabul edilir. Yatar, uyurlar.
Sabah olunca Sofu :
- Ne düş gördünüz anlatın bakalım ? der.
Mevlevi sikkesini başına geçirerek :
- Hayırdır inşallah göklere çıktım, der.
Sofu da :
- Ben ise düşümde cennete gittim, der.
Bektaşi :
- Erenler, ben de gece birinizin göklere uçtuğunu, diğerinizin
de cennette gezdiğini görünce, artık bunlar fani dünyaya
dönmezler diyerek kalkıp baklavayı temizledim !
Softaların
arasına düşen Bektaşi'yi neredeyse zorla camiye
sokmuşlar. Herkes abdesini almış. Namaza durmuşlar.
Softalardan birisi Bektaşi'ye çıkışmış :
- Erenler, abdest almadınız !
Bektaşi cevap vermiş:
- İmanım, bizim hamurumuz toprakla yoğrulmuştur, pek
su ile oynamaya gelmez.
Bir
mecliste Kuranı Kerim'den söz açılmıştı.Kuran'ın
eşsizliginden ve olağanüstü bir eser olduğundan
bahsedilirken, odanın bir köşesinde kendi halinde çubuğunu
içmekte olan bir Bektaşi söze karışarak :
- Evet, Allahın kelamı cidden eşsizdir. Ama, yazısı
biraz karışıktır ! der.
Dinleyenlerden biri hayret ve biraz da hiddetle sorar :
- Karışık mıdır, nerden biliyorsun ?
Bektaşi acınacak bir tavırla cevap verir :
- Alnımın yazısından !
Hocanın
biri Ramazanda ;
- Ey ümmeti Muhammed ! Şarap içmek kesinlikle haramdır.
Sakın içmeyiniz ! İçenlerin boyunlarına yarın
ahirette, içtikleri şarap şişeleri asılarak, mahşer
halkına teşhir edileceklerdir, diye vaaz veriyormuş.
Dinleyenlerin arasında bulunan Bektaşi sormuş :
- Hoca efendi ! Şişeler dolu mu asılacak, boş mu ?
Hoca "Boş" dese, cezanın hafifleyeceğini düşünerek
:
- Hayır ! Hiç boş olur mu ? Dolu olacak, demiş.
Bektaşi, gülerek şöyle demiş :
- Desene hocam ! Cennette de ya hey !
Bektaşi'nin
birine konuk gelecekmiş. Bektasi konuğu nasıl ağırlar.
Elde yok, avuçta yok. Mahçup olmak da istemiyor. Komşusu
Yahudi'nin bir sürü keçisi varmış. Onlardan birini
çaktırmadan alıp kesiyor. Ama çaktırmadığını
sanan kendisi. Yahudi, ağacın arkasından gözlermiş
durumu. Diyor ki kendi kendine;
- Kadıya gitsem. Kadı Müslüman, o Müslüman, ben
Yahudi. Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi'nin
nesi var ki, ondan alıp bana versin. Biz artık Allah'ın
huzurunda hesaplaşırız. Yıllar geçiyor. Yahudi,
Allah'ın huzurunda davacı oluyor, Bektaşi'den.
Mahkeme kuruluyor.
- Sen Yahudi komşunun keçisini kesmişsin, deniyor
Bektasi'ye.
- Kesmedim, diyor Bektaşi.
- Ben gözlerimle gördüm diyor, Yahudi..
- Allahım, diyor Bektaşi. Bir mahkemede bir adam hem
şahit, hem davacı olamaz.
- Getirin keçiyi ona soralım, deniyor
- Ne ! diyor Bektaşi. Keçi burada mı ? Verelim onu o
zaman bu Yahudi'ye. Bitsin bu dava.
Adama
sormuşlar :
- Kaç gün oruç tuttun ?
- Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabildim !
Aynı soruyu, orada bulunan Bektaşiye sorunca, hiç
istifini bozmadan yanıt vermiş:
- Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş !
|